CHP Lideri Özgür Özel: “Yola Çıktıklarını Yolda Bırakanlara Duyurulur, CHP Birliğin ve Kardeşliğin Partisidir”

01.07.2025

“İMAMOĞLU 100 GÜNDÜR ONURUYLA HÜCREDE DİMDİK AYAKTA; BİZ DE MİLLETİMİZLE BİRLİKTE MEYDANLARDAYIZ, OMUZ OMUZAYIZ”

“GÜN GELECEK, EKREM BAŞKAN’IN BİR VESİKALIK FOTOĞRAFINA YENİLECEKSİNİZ”

“BANA DİYOR Kİ ‘ÖZGÜR ÖZEL NEYİNE GÜVENİYOR?’ MİLLETE GÜVENİYORUM”

“ADALETİ KİRLETTİNİZ, DEVLETİ LEKELEDİNİZ; HESABI TEKER TEKER VERECEKSİNİZ”

“BU DARBEYİ YAPANLAR BİLSİNLER Kİ MİLLETİN DÜŞMANI, 19 MART DARBECİLERİDİR”

“MİLLETİ 100’ÜNCÜ KARA GÜNE ŞAFAK BASKINIYLA UYANDIRANLARIN AMACI BURADAKİLERİ UNUTULMAYA TERK ETMEK”

“BİZ GERİDE KİMSEYİ BIRAKMAYANLARIN PARTİSİYİZ”

“PARTİYİ 33 KİŞİYLE KURUP İKİ KİŞİ KALANLARA DUYURULUR; CUMHURİYET HALK PARTİSİ BİRLİKTELİĞİN PARTİSİDİR”

“O LEMAN, HEPİMİZ SUSARKEN İSRAİL’E TİCARETE CEPHE ALAN LEMAN’DIR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul Lütfi Kırdar Kültür Merkezinde gerçekleştirilen 100 KARASI - 19 Mart Darbesinin 100’üncü Günü Toplantısına katıldı. Burada konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Değerli yol arkadaşlarım, bugün önemli bir günde iki önemli buluşma için buradayız, İstanbul’dayız. Meclis grup toplantımızın olduğu gün ve saatte burada sizlerle birlikte, akşam da her şeyin başladığı yerde, her şeyin başladığı saatte, 20.30’da hep birlikte Saraçhane’deyiz. Bir büyük adaletsizliğin karşısında, bir demokrasi utancının tam ortasında, mücadelemizle dimdik durmak için; hatırlamak, hatırlatmak için, unutmamak, unutturmamak için, bir kez daha kenetlenmek için buradayız. Hepinizi sevgiyle, saygıyla, umutla ve dirençle selamlıyorum” dedi. Özel şöyle devam etti:


“BU MİLLETİN GEÇMİŞİNDE BİR DİRENİŞİN TARİHİ YATAR”

“Bugün siyasi tarihimize kara bir leke olarak geçen 19 Mart darbesinin tam 104’üncü günü. Cumhurbaşkanı Adayımız Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ise tam 100’üncü günü. Milli iradenin adliyelerde, saray koridorlarında boğulmak istendiği, halkın egemenliğine pusuların kurulduğu bir süreci yaşıyoruz. Tam 100 gün önce bugün 15.5 milyon insanın sandığa giderek oy verdiği bir Cumhurbaşkanı Adayı, adaylaştığı gün tutuklandı. Bugün 100’üncü gün. Yüz karasıdır. Demokrasinin yüz karasıdır, adaletin yüz karasıdır. Bu süreç, Türkiye siyasi tarihinin yüz karasıdır. 19 Mart’tan bu yana sokaklardayız, meydanlardayız. Gençlerin dediği gibi; miting için değil, eylem için meydanlardayız. Bir darbeye karşı direnme hakkımızı kullanıyoruz. Çünkü bu milletin tarihinde, aslında bir direnişin tarihi yatar. Tarihte zalimler hep var olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Ama direniş de vardır. Kazananlar, hep direnenler olmuştur. Ekrem İmamoğlu, 100 gündür gururuyla, onuruyla o hücrede dimdik ayakta duruyor. Atılan iftiralardan hiçbirisi ona yapışmadı, yapışmıyor. Biz de milletimizle birlikte 100 gündür meydanlardayız. Ekrem Başkan’ı hapse atanlar da korkudan insan içine çıkamazken; biz beraberiz, birlikteyiz, omuz omuzayız, birbirimizin yüzüne, gözüne bakıyor, birbirimizden güç alıyoruz. Bu millet vicdanı karalara değil; size, bana, Ekrem Başkan’a itibar ediyor. Bu millet devleti kendi çıkarları için kullananların değil, gerekirse yalınayak, çıplak elle adalet mücadelesi verenlerin yanında duruyor.”

“İKTİDAR, MİLLETİN GÖZÜNDEN DE GÖNLÜNDEN DE DÜŞMÜŞTÜR”

“Değerli arkadaşlar bu iktidar 100 gün önce milletin gözünden de gönlünden de düşmüştür. Bu iktidar aslında 100 gün önce kaybettiğini itiraf etmiştir. İşte bu yüzden bugün, aynı zamanda milletin henüz tecelli etmemiş iradesinin, ilan edilmemiş de olsa zaferinin 100’üncü günüdür. 100 gündür bu ülkeyi yönetenler artık meşru bir iktidar değildir. Bir avuç insandan oluşan bu yapı, baskıyla ayakta durmaya çalışan yitik bir rejimi temsil etmektedir. Demokrasilerde aslolan ise milletin iradesine saygı duymaktır. Milletin istediği yönetime gelir, istemediği gider. Millet karar verdi; Adalet ve Kalkınma Partisi 23 yıldır iktidarda. Millet karar verdi; Recep Tayyip Erdoğan Başbakan oldu, Cumhurbaşkanı oldu. Aynı millet 31 Mart 2024 günü bir karar verdi ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni, partimizi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini aynen kurulduğu gün gibi o gün de Türkiye’nin birinci partisi yaptı. AK Parti ise kurulduğu günden sonra ilk kez yenilgi ile tanıştı. Seçim gecesi yaptığım açıklamada şöyle demiştim: ‘Bu galibiyetin kaybedeni yoktur. Bizim başarımız, kimsenin hezimeti olmayacaktır. Bu sonuçları bizi rehavete sevk edecek bir galibiyet olarak değil, seçmenin açtığı geleceğe yönelik bir kredi olarak değerlendiriyoruz.’ Böyle söylemiştim. O gün kazandığımız belediyelerle ertesi sabah daha iyi hizmet için, milletin gönlüne girmek için yola koyulduk. Belediye başkanlarımız var güçleriyle durmadan, yorulmadan çalıştılar. İhtiyacı olanlara, partisine bakmadan, siyasi görüşüne bakmadan yardım götürdüler. Seçimlerden 6-7 ay sonra yaptığımız araştırmalarda; başkanlarımızdan, belediyelerimizden memnuniyet oranı Türkiye ortalamasında yüzde 58’leri buldu. Başkanlarımızdan yüzde 70’e varan memnuniyet oranlarını yakalayanlar oldu. AK Parti de aynı ölçümleri yaptırdı. AK Parti’nin kendi ölçümlerinde bizim 58 bulduğumuzu onlar 61 olarak ölçtüler. Partimizi de bugün de olduğu gibi, o gün de bugün de bütün araştırma şirketleri Türkiye’nin birinci partisi, geleceğin iktidar partisi olarak ölçtüler, ilan ettiler.”

“YÜKSELEN BİR PANİK, BİTMEYEN BİR KİBİR”

“O gün iktidarın yapması gereken bizimle hizmette yarışmaktı. Ama onlar bizimle yarışmak yerine, bizimle yarışmaktan korkarak, bizim demokrasiye duyduğumuz saygıyı, 47 yıl gösterdiğimiz saygıyı, millet onlardan Cumhurbaşkanlığı seçiminin takviminin başlayacağı güne kadar, sadece 47 ay bekledi. Bırakın 47 ayı, 47 gün bile milletin kararına hürmet edemediler. Yükselen bir panik, bitmeyen bir kibirle millete cephe aldılar. Önümüzü kesmek için iki yola başvurdular. Önce belediyelerimizi çökertmeye çalıştılar. SGK ve vergi borçlarını, pek çoğu kendi dönemlerinden kalan faiz üstüne faiz binmiş fahiş borçları, bizim başkanlarımızdan bir seferde, tek seferde kesmek istediler. Ve bunu büyük oranda yaptılar. Belediye başkanlarımızın ekonomik olarak zor durumda kalması ve millete hizmet edememesi için canlı yayında bakanlarına, gözlerin içine baka baka, ‘Bunları biraz silkeleyin’ diye talimat verdiler. Ama başkanlarımızın azmi, kararlılığı, yetenekli ekiplerinin mücadelesiyle hizmeti aksatamadılar. Buradan bir sonuç çıkmayınca bu sefer yargı kumpaslarına giriştiler. Bunun için onlara Zekeriya Öz gibi kullanışlı bir aparat gerekiyordu. Onlar da daha önce mahkeme mahkeme gezdirdikleri; Canan Kaftancıoğlu, Enis Berberoğlu, Selahattin Demirtaş, Can Atalay, Sözcü gazetesi, Selçuk Kozağaçlı, Grup Yorum, Türk Tabipleri Birliği, Sırrı Süreyya Önder davalarında görevini, verilen siyasi talimatları harfiyen yerine getiren, sonra bakan yardımcısı olarak Ankara’da ödüllendirilen seyyar giyotini buldular ve bu ismin anayasaya aykırı bir kararla, Adalet Bakan Yardımcılığı gibi siyasi bir makamdan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına atadılar. 9 Ekim’den bu yana, 265 gündür İstanbul’da ve Türkiye’de adalet ayaklar altında, vicdan ayaklar altında. Muhaliflere, siyasetçilere, gazetecilere, belediye başkanlarımıza, pırıl pırıl bürokratlarımıza soruşturmalar açıldı, haksız tutuklamalar yapıldı.”

“TÜM ARKADAŞLARIMIZIN ARKASINDAYIZ”

“İlk olarak 30 Ekim’de Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer tutuklandı, yerine kayyım atandı. Esenyurt halkının yüzde 51 oyla seçtiği Ahmet Özer, 244 gündür tutukludur. 244 gündür Esenyurt Belediyemiz işgal altında, Esenyurt’un iradesi esirdir. Takip eden günlerde, Beşiktaş Belediye Başkanımız Rıza Akpolat tam 165 gündür tutuklu. Beykoz Belediye Başkanımız Alaattin Köseler, 119 gündür tutuklu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, Cumhurbaşkanı Adayımız Ekrem İmamoğlu 100 gündür tutuklu. Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan, Beylikdüzü Belediye Başkanımız Murat Çalık 100’er gündür tutuklular. Büyükçekmece Belediye Başkanımız Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanımız Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanımız Utku Caner Çaykara, Ceyhan Belediye Başkanımız Kadir Haydar, Seyhan Belediye Başkanımız Oya Tekin, 27’şer gündür tutuklular, zindandalar. Onlarla birlikte 27 gündür, 100 gündür, 119, 165 gündür içeride olan bürokratlarımız var. Tek suçları; aldıkları görevi hakkaniyetle yapmak, ,çeride halen durduklarına göre, kendilerine verilen iftira talimatnamelerine uymamak, gerçeğe aykırı beyanlar verip birbirini karalamamaktır. En yeni bürokratımızdan, yıllardır birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlara kadar; Silivri’de ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, esaret altında tutulan, namuslu insanlara buradan, bu salondan selam yolluyoruz. Hepsinin arkasındayız, hepsinin yanındayız. Hepsiyle gurur duyuyoruz.”

“HUKUKSUZLUĞA RAZI GELMEYEN DEKAN, İSTİFA ETTİ VE GİTTİ”

“Arkamda bir tablo var. Bundan bir seçim önce Cumhuriyet Halk Partisi kıyılarda -ki oralarda da kesintiler vardı- kıyılarda belediyelere alan birinci parti olabilen bir durumdan, Cumhuriyet Halk Partisi bu ruhla, bu dayanışmayla Ekrem İmamoğlu gibi Mansur Yavaş gibi her birisi bu ön saflarda oturan değerli Büyükşehir Belediye Başkanlarımızın, il belediye başkanlarımızın, ilçe-belde belediye başkanlarımızın, doğru adayların doğru projelerle, temiz yüreklerle ve cesaretle çıktığı yolda 47 yıl sonra ortaya çıkan tablo böyledir. O bahsedilen isim Cumhurbaşkanı Adayı olduğunda ve sandıklar açıldığında, bu tabloda kırmızı olmayan hiçbir il kalmayacaktır. Buna inanıyoruz ve buna güveniyoruz. Bizler erken seçim istiyorduk ve ‘Erken seçimin adayı, erken belirlenir’ diye yola çıktık. 23 Mart’ta ön seçimle adayımızı belirleyeceğimizi ilan ettik. İşte o zaman telaşla, tüm tuşlara birden bastılar. Millet erken seçim isterken, onlar darbe hazırlıklarını erkene çektiler. Ekrem Başkanımız ön seçim başvurusunu yaptığı günden bir gün sonra, 22 Şubat’ta 31 yıllık diplomasına soruşturma açtılar. Bu hukuksuzluğa razı gelmeyen fakülte dekanı istifasını verdi, gitti. 19 Mart günü fakültenin yönetim kurulu toplanacaktı. Sürekli o yönetim kuruluna ‘Yedi kişilik yönetimde dört yetmez. Beşi buldunuz mu? Diploma iptal olacak mı?’ diye sordular. İşletme fakültesinin onurlu öğretim üyeleri ve yönetim kurulu üyeleri buna yanaşmayınca bir gece önce iftar vaktinde, hava kararmışken, fakültenin değil üniversitenin yönetim kurulu, ring seferlerini düzenleyecek, boyanacak duvarlara boya alacak, fakültelerin, üniversitenin ortak alanlarının, ortak kararlarını verecek; ancak diplomayla, transkriptle, dersle, notla, eğitimle alakası olmayan İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu İşletme Fakültesinin verdiği diplomayı; tek başına ve yetkisizce iftar vaktinde, biraz önce Ekrem Başkan’ın videosunu izlediğiniz noktada iptal ettiler.”

“HİÇBİR ZAMAN ZALİME BOYUN EĞMEYEN MİLLET YİNE DİRENDİ”

“Ekrem Başkan’ın 31 yıllık diplomasını iptal edenlerin yaptıkları kötülük şuydu: Bu ülkede artık hiçbir kağıdın değerinin olmadığını, canları istediğinde herkesin mazbatasına, tapusuna, diplomasına, bankadan aldığı mevduat cüzdanına, memurdan aldığı evlendirme cüzdanına çökebileceklerini, bu ülkede devletin sözünün kıymetinin ve güvencesinin olmadığını maalesef tüm dünyaya ilan ettiler. Bu utanç kararını 55 gün boyunca tebliğ dahi edemediler. Tebliğden sonra açılan davada mahkemeye istenen belgeleri sunamadılar. Onun yerine birileri Hakimler Savcılar Kurulu’nda belgeleri isteyip de vermeyenlere ‘Yanlış yapıyorsunuz’ demek yerine, belgeleri isteyen heyeti ilk kararname ile dağıtıp Türkiye’nin dört bir yanına sürdüler. Erdoğan, Ekrem Başkan’dan o kadar çok korktu ki diplomayı iptal etmekle yetinmedi. Diploma iptalinden sonra, saatler sonra bir sahur vaktinde başkanımızın evine yüzlerce polisle birlikte geldiler. Tepedeki bir kişi, üç savcı, üç hakim ve üç gizli tanıkla bu milletin hafızasından hiçbir zaman silinmeyecek bir darbeye kalkıştı. İnsanlar tepki göstermesin istediler. Gösterileri yasakladılar, meydanları ablukaya aldılar, otobüsleri durdurdular, metro istasyonlarını kapattılar. Köprüleri kaldırıp, vapurları bağladılar. Tarihi Yarımada’ya adeta tecrit uyguladılar. İnsanları korkutmaya, sindirmeye çalıştılar. Ancak hiçbir zaman zalime boyun eğmeyen bu millet; yine direndi, bu direnişe engel olamadılar. Cumhuriyet Halk Partililer Vatan Emniyetin önünde, öğrenciler Beyazıt Meydanı’nda toplandılar. İki tarafta da binlerce, on binlerce polis, metrelerce barikat vardı. Öğrenciler ve CHP’liler önlerindeki barikatlar yıkarak Saraçhane’ye yürüdüler, Saraçhane’de buluştular. Yedi gün-yedi gece aynı meydanda, aynı otobüsün üzerinde, aynı mikrofondan seslenerek tarihe geçen eylemleri hep birlikte yaptık. 23 Mart geldiğinde 2 milyon üyemizle yapacağımız ön seçimi yasaklamaya, engellemeye kalktılar. Üye sandıklarımızın yanına dayanışma sandıklarımızı koyduk. Ve milletimizi sandıklara davet ettik.”

“ONLAR SANDIK KURMADILAR, KUMPAS KURDULAR”

“Bu kolay bir davet değildi, sadece üç gün vardı. Sadece 500 bini son bir ayda koşup gelmiş 2 milyon üyemiz vardı. Ve orada sizlere, üyelerimize güvendik. Dedik ki ‘Dayanışma sandığından herkesi haberdar edin, oy kullanmaya onları teşvik edin, sandığa kadar eşlik edin.’ O gün sayenizde bu aziz millet, 15,5 milyon vatandaşımız sandığa koşup oy kullandı. 15,5 milyon vatandaşımız sandığa koştu, geldi ve oy kullandı. En genci 18, en yaşlısı 104 yaşındaydı. Karnında üç aylık bebeğiyle gelen de oldu, 90 yaşında iki bastonuyla merdivenleri tırmanan da oldu. Geldiler, seçtiler, tarihe geçtiler. O gün başka çare yoktu, bu millete gittik. Bu milletin önüne sandık koyduk. Onlar o gün sandık kurmadılar ama kumpas kurdular. Sandıklar açılıp oylar sayılırken, Ekrem Başkanımızı ve arkadaşlarımızı demir parmaklıkların arkasına koyup, üzerlerine demir kapıları kapattılar. İşte bugün o tutuklamanın 100’üncü gününde bir aradayız. 100 günde ne yalanlar, ne iftiralar attılar. ‘Bir ay sonra birbirinizin yüzüne bakamayacaksınız’ dediler. Balyoz’da, Ergenekon’da, İstanbul seçimlerinin iptalinde hangi kumpasları kurdularsa o kumpasların bir benzerini kurdular. İnsan hafızası hem kuvvetli, hem zayıf. Unutmamamız gerekenleri unutmuyoruz. Ama bazen unuttuklarımız da unutmamak gerektiği noktada bir kenarda duruyor. Şimdi hepimizin bildiği ama izlerken ‘Bu kadar mıydı ya?’ diyeceği bir videoyu hep beraber izleyelim.”

“HESAP VERECEK OLAN, BİZE BU ZULMÜ YAPANLARDIR”

“Değerli arkadaşlar önce muhatabı doğru belirleyelim. Muhatabın şöyle bir ümidi var: Biz, ‘Gün gelecek, AKP halka hesap verecek’ deyince, diyorlarmış ki kendi aralarında ‘Çok iyi oluyor. 12,5 milyon üyemiz var. Bunlar böyle deyince bu üyeler, CHP gelirse huzurum kaçar, evladım işten çıkar, torunum mülakata girmişti, kazanmıştı. Biz de o yüzden, öyle olsun diye AK Parti’ye kaydolmuştuk ya da muhtar topladı kimlikleri AK Parti’ye kaydetti. Benden de hesap sorulacak…’ Buradan, televizyonları başından bizi dinleyen AK Parti’nin tüm üyelerine sesleniyorum. Hesap verecek olan bu memleketin namuslu, çalışkan, yoksul her ne sebeple olursa olsun AK Parti’ye kaydolmuş, kaydedilmiş üyeleri değil; bize bu zulmü yapanlardır. Meselemiz onlarladır, milletimizle değildir. Muhatabı doğru belirleyelim. Muhatap belli, ona sesleniyorum: Ey Erdoğan, bundan iki ay önce, üç ay önce, 100 gün önce demiştin ki ‘Bir ay geçsin birbirlerinin yüzüne bakacak, ailelerinin gözünün içine bakacak halleri kalmayacak.’ Atılacak iftiralara, yalanlara, gizli tanıklara, ailelerin birbirine düşmesine güveniyordun. Bak bu meydanda, bu salonda hep beraberiz. Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi. Buradan ben bu salonu dolduranların gözlerinin içine, Ekrem Başkan’ın değerli eşinin gözünün içine, ailelerin gözlerinin içine, Türkiye’nin gözünün içine bakarak söylüyorum: Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarımız masumdur. Atılanlar iftiradır. İnsan içine çıkamayacaklar, siz iftiracılarsınız, sizlersiniz. Biz buradayız, hep birlikteyiz. Tarihte rakibinden bundan daha çok korkan bir başka siyasetçi yoktur. Ekrem Başkan sosyal medya hesabından sesini duyuruyor diye sosyal medya hesabını kapattılar. Fotoğraflarını, pankartlarını, afişlerini toplattılar. Oysa İstanbul’un son seçilmiş, halen daha İstanbul Belediye Başkanı unvanını taşıyan kişisi Ekrem İmamoğlu’dur. Tutuklu olduğu için yerine grubumuzdan bir vekil seçilmiştir. İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı geri dönene kadar onun görevine vekalet etmektedir. Oysa seçilmiş kişinin resmini belediyenin panolarından, sesini seyahat edilen metroların vagonlarından kaldırmaya çalışanlara buradan söylüyorum: Yasaklamalarla, resim indirmeyle, ses kısmayla bu milletin gönlünden Ekrem Başkan’ı sökemezsiniz. Yenileceksiniz. Bütün resimleri indirseniz, pankartları toplasanız, bütün sesleri kıssanız da günü gelecek Ekrem Başkan’ın bir vesikalık fotoğrafına yenileceksiniz.”

“GÖREVİNİZİN BAŞINA DÖNÜN, GEREĞİNİ YAPIN”

“100 gündür hiçbir iddialarını ispat edemediler. Boş dosyalar ellerinde patlayınca itirafçı aramaya başladılar. Ailelere, evlatlara, eşlere saldırıyorlar. Para bulacağız diye küçük bir çocuğun kumbarasına dahi el koydular. Bir kızımızın kulağındaki küpeyi alıp onu altın sanıp, sökmeye kalktılar. Kulağına dedektör tuttular. Kadın tutuklulara, avukatları olmadan uzaktan bağlantıyla ekrandan bağlanıp, ‘Süremiz dar, beş dakikan kaldı. Beş dakika içinde istediklerimi söylemezsen, benim dediğim gibi bir ifade vereceğini söylemezsen beni de evladını da 20 yıl göremezsin’ diyecek kadar haysiyetsizleştiler. Yine bir tutukluyu Kandıra Cezaevinden Çağlayan’a rızası olmadan, haberi olmadan, ailesi bilmeden, avukatı çağrılmadan götürdüler. Orada bir salona değil, bilinmedik bir odaya götürüp; bir başsavcı, üç savcıyla karşısına geçtiler. Psikolojik baskı, sosyal işkence, tehdit ve ‘Avukatım nerede?’ deyince ‘Onun yanında rahat konuşamıyorsun, biz seni sorguya değil sohbete çağırdık. Bu sohbetin sonundan özgürleşerek ayrılabilirsin’ dediler. Bunu yaparken bir başsavcı ve üç savcı birlikte oradaydılar. Buradan HSK’ya sesleniyorum, HSK’nın başkanı olan Adalet Bakanı’na sesleniyorum. Türkiye’de yargı konusunda sözü olan, fikri olan, görevi olan, eğitimi olan herkese sesleniyorum. Bir sorgulamada avukatın bulundurulması kaç yıllık kazanımdır? Var olan avukatsız ifade alıp, iftiraya zorlamak ve buna karşı kimsenin harekete geçmemesi ne demektir? O salonlarda o başsavcının, üç savcının yetkisiz bir şekilde bu işi yapmasına susanlara sesleniyorum. Görevinizin başına dönün. Gereğini yapın. O küstahlara haddini bildirin. Yoksa bu millet size haddinizi bildirecek. Ekrem Başkan’ın gencecik, pırıl pırıl avukatını görevini yapıyor diye, aleyhte verilen ifadeleri, iftiraları edinmeye çalışıyor diye, savunma bütünlüğü oluşturmaya çalışıyor diye aldılar, içeriye tıktılar. Güya bunun için yaptılar ama birazdan bahsedeceğim. Bir MASAK raporunu hallaç pamuğu gibi attığı için, bir babaya, bir evlada atılan iftiraları ortaya çıkardığı için, MASAK ve savcıya suçüstü yaptığı için anlatamasın diye içeriye koydular. Bir tutukluyu ifadeye götürdükleri sırada eş zamanlı eşini de gözaltına alıp, tutukluya ‘Eşin de gözaltına sevk. Burada iyi bir ifade verirsen, akşam evde buluşursunuz’ deyip, ‘İyi ifade vermezsen eşini de tutuklayacağız, evlatlarına kim bakacak?’ diyecek kadar hadsizleşebildiler. Ekrem Başkan’ın, evladını, babasını kumpasa davet ettiler. Hasan İmamoğlu’nun evinin önündeki bahçeyi köstebek gibi kazdılar. Olmayan parayı boş tarladaki kör kuyularda aradılar. Aslında o kuyulara kararmış vicdanlarını gömdüler.”

“ÜLKEYİ O HALE DÜŞÜRMEKTEN UTANMADILAR”

“Tutuklanan arkadaşlarımızı uzak cezaevlerine sürdüler. Avukatlarından uzaklaştırdılar, ailelerinden uzaklaştırdılar. Yaşlı annelerinin, babalarının ziyaretinden mahrum ettiler. Bazı tutukluları adli suçluların bulunduğu koğuşlara sevk ederek, ailelerini tedirgin ettiler. Yatak vermediler. Günlerce nöbetleşe yerde yatırdılar. Bunu yaparken kendi aralarında ‘Filanca savcı eskiden cezaevi savcısıydı. Bütün cezaevlerini, koşulları biliyor. Hangi koğuş tedirginlik yaratır? Kim, nerede kaç gün dayanır? Biliyor. Patır patır sökülecekler, bu ifadeleri teker teker imzalayacaklar’ dediler. İşte o iftiralara, birbirine karşı iftira atıp ‘Kendini kurtar’ diye hem kendine, hem herkese kazılan kumpasa alet olmayanlara, o iftira çukuruna düşmeyenlere selam olsun. Aileleri burada. Onlarla ne kadar gurur duysanız azdır. Gözaltındaki arkadaşlarımızı iki yanlarına birer polis sıraya dizerek, ellerini önlerinde bağlayarak, devletin polisine görüntülerini çektirip, medyaya servis ettiler. Darbe dönemlerinde yaşanan ayıbı 2025’te bu millete yaşattılar. Bu ülkeyi o hale düşürmekten utanmadılar. Belediyede açtıkları kasadan, Gaziosmanpaşa Hakanımızın kasasından belediyenin resmi mühürü çıktı. Yine Koruma Müdürü Mustafa Akın’ın, namuslu bir polis olan, devlette şanla, şerefle, ödül belgeleri ile görev yapmış olan, yıllardır Ekrem Başkanımızın ailesinin yanından ayrılmayan Mustafa Komiser’in yayladaki evine gittiler. A101’den satın alınmış dandik bir kasanın içinde 48 tek resmi silahta kullanılacak mermiyi buldular. Ancak ekranın yarısına kırmızı kırmızı yazarak, ‘Efendim gizli kasalara ulaşıldı’ diyerek, kasadan boşaltılan dolar görüntülerini servis ettiler. Tutanakta ‘Kasada mermi bulunmuştur’ yazıyor. TRT, çıkan dolarları gösteriyor. Kasada ‘Belediyenin mührü bulunmuştur’ yazıyor. TRT Haber, Euro çıkartıyor. Buna itiraz edince, ‘Böyle bir arama tutanağı yok. Altında imza var. Kasalardan para çıkmadı’ deyince, ‘Elimizde görüntüler yoktu. Stoktan video kullandık, kusura bakmayın’ dediler. Kusura bakmak değil. Bu stok videoyu size kim yolladı? Boş kasaya rağmen ‘Basın görüntüleri’ kim dedi biliyorum. Bu görüntüyü yayana da o talimatı verene de diyorum ki: Seçime kadar bekle, seçime kadar bekle. Bana diyor ki ‘Özgür Özel neyine güveniyor?’ Millete güveniyorum. Milletten başka güvenecek kim var? Millete güveniyorum, millete.”

“BİR RANZA BİLE VERMEYEREK YERDE YATIRDILAR”

“Aziz İhsan Aktaş diye birisi, girmediği yer, girmediği ihale yok. Ne eksik kalmış Türkiye Büyük Millet Meclisi, ne Sayıştay, ne Trabzon Büyükşehir Belediyesi, ne Isparta Belediyesi. 20’den fazla büyük üniversite, devlet hastanesi, şehir hastanesi. Neredeyse bakanlıkların hepsi. Hepsinde Aziz İhsan Aktaş var. Bunu aldılar içeriye koydular. Sadece Beşiktaş’la, Esenyurt’la ilgilendiler. Kendisini içeride tuttular ve bu kişiyi suç örgütünün başı olarak tanımladılar. Sonra kendisinden bizim pırıl pırıl arkadaşlarımızı karalayacak bir ifadeyi alınca onu serbest bıraktılar. Öyle bir noktadayız ki düşünün, bir suç örgütünün lideri suçu itiraf ettiği için dışarıda, şoför, sekreter ve konuyla ilgisi olmayan arkadaşlarımız içeride. Bunlar adaleti yere çalıp, menfaati baş tacı edenlerdir. Günü gelince bizim masum arkadaşlarımız gibi haksız, hukuksuz, işkenceye muhatap olmayacaklar ama yargının önünde mutlaka hesap vereceklerdir, mutlaka. Soruşturma ne kadar saçmaysa, sorular o kadar komik, soranlar o kadar aciz, yanıtlayanlar o kadar masumdu. Eski İBB Genel Sekreteri Mehmet Çakıroğlu’na Ekrem İmamoğlu’yla niye bu kadar çok telefonda konuştuğunu sordular. İBB kamulaştırma Müdürü Fatih Özçelik’in evinden iki yarım, iki çeyrek, üç tane gram altın çıkmıştı. ‘Bunları kimden rüşvet aldın?’ diye sordular. Sünnet takısından yolsuzluk çıkarmaya çalıştılar. Özel Kalem Müdürümüz Kadriye Hanım, ‘2021-2022, aracın İpsala’dan dışarıya çıkmış, Ekrem Başkan’a verilen rüşvetleri yurt dışına mı kaçırdın?’ diye sordular. Kadriye Hanım dönüp aracı 2023’te satın aldığını söyleyince, ‘Bunu bilmiyorduk, kusura bakmayın’ dediler. Zeytinburnu adayımız Onur Soytürk. ‘Kayınpederinin adına Atina’da hesap açtırmışsın, oraya para yatırmışsın’ dediler. Onur Soytürk Atina’ya hiç para yatırmadığını, kayınpederinin adına da hesap açtırmadığını, açtıramayacağını söyledi. ‘Bir yolunu bulmuşsun, açtırmışsın. Nasıl bu kadar eminsin?’ deyince. ‘Dört yıl önce ellerimle toprağa verdim’ deyince dönüp ‘Başın sağ olsun’ dediler. Bilhassa kadın tutuklulara inanılmaz bir psikolojik şiddet var. Medya A.Ş.’nin önceki Genel Müdürü ipek İpek Elif Atayman. Avukatlarına haber vermeden, kelepçeli ellerine bir kumanya, bir parça ekmek tutuşturularak, bilekleri morarana kadar 7,5 saat süreyle Afyon’a sevk ettiler. Vardığında bir ranza bile vermeden yerde yatırdılar. Eşyaları çöp torbasında arkadan geldi. 80 yaşındaki babası ve oğlu bunu duyup Afyon’a gidince, 7 saat yolculuğun sonunda ‘Sistem hata verdi. Gelecek hafta gelin, görüştüremeyiz’ deyip geri yolladılar. Fatoş Pınar, Medya A.Ş.’nin son Genel Müdürü. Ömrü boyunca dünyanın en iyi şirketlerinde en üst düzeyde görevler yapmış. Müthiş bir finansçı, sekiz yıldır dünyanın en büyük bankalarının birinin Türkiye’de başında. Alınmış, getirilmiş. En iyi görevleri icra etmiş. Ne suç, ne hata, ne kusur… Ama kendisini alıp ‘Ekrem Başkan’a iftira at. ‘Şartnameyi onun istediklerine göre düzenledim’ de’ dediler. Dedi ki ‘Biz işin teknik tarafındayız. Ne gerekiyorsa onu yaparız, ne gerekiyorsa onu yazarız. Bir firma ismi duymadım, bir telkin gelmedi. En iyisine verdik, en iyi hizmeti aldık. Ben bunu yapamam’ dedi. ‘Yapamazsan, Düzce 288 kilometre’ dediler. 40 kişilik koğuşa 62’nci kişi olarak sevk ettiler. Yerlerde yatırdılar. İki tane evladı var, eşinden ayrı. Yaşlı anne-babası 84-86 yaşında, evlatları orada. Ve her seferinde ‘İftira at, evlatlarına kavuş’ diyorlar. Ceyda arkadaşımız, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Medya A.Ş. Etkinlik Koordinatörü. İBB’den ayrılalı çok olmuş, emekli. Hakkındaki suçlamalarla ne tarih tutuyor, ne belge tutuyor. Sadece gizli tanık. Yanlış dönemin çalışan listesi önüne konulduğu için, iftira atarken onun da ismini söylediği için, halen daha tutuklu tutuluyor. Bilhassa kadınları ve çok sayıda tutukluyu ara ara çağırıp, iftira atmalarını hala daha zorluyorlar ve psikolojik işkence uyguluyorlar. Buradan söylüyorum, suç işliyorsunuz. Buradan söylüyorum, kul hakkına giriyorsunuz. İnsanlara sırf İmamoğlu’nu suçlasınlar, belediye başkanlarımızı suçlasınlar diye elinizde olmayan kanıtları üretebilmek için eziyet ediyorsunuz. Evlatlara, eşlere, ailelere dokunmak, örfte yok, törede yok. Ama ant olsun ki başaramayacaksınız, ant olsun ki kazanamayacaksınız, ant olsun ki bu kötülüğün hesabını er ya da geç vereceksiniz. Şerefli yargı ve emniyet mensuplarımızı bir kenara koyarak, bu cuntanın üyelerine ve talimat verdiklerine sesleniyorum. Özgür Özel’in değil ama adaletin er ya da geç açılacak bir kara kaplı defteri vardır. Hepiniz işlediğini suçlarla o deftere kaydediliyorsunuz. Siz yüce Türk adaletini kirlettiniz, bu devleti lekelediniz. Ant olsun ki gün gelecek o defter açılacak, hepiniz bunun hesabını teker teker vereceksiniz.”

“SEN ZEKERİYA ÖZ’LERE KEFİL OLDUN BEN KAHRAMAN ASKERLERİMİZE”

“Şimdi, gençler de gülüyor öyle söyleyince, Erdoğan yurtdışına çıkışımı fırsat bilmiş. Ben yokken onu men ettiğim bir işe girmiş. Ne diyordu? ‘Ahtapot’ diyordu. Ne diyordu? ‘Kolları orayı burayı sarıyor’ diyordu. Ben ona ‘Ben sana ahtapotu göstereceğim’ deyip de gerçek ahtapotu gösterince suspus oldu. ‘Ahtapot’ dersen ‘İzleyeceksin’ dedim. Ben yokken ‘Bak gösteremiyor, söyleyemiyor’ yorumları köşelerde yazılınca, ben yokken, yurt dışındayken bir cümlenin içinde hızlı hızlı ‘ahtapot’ demiş. Radara girdin Erdoğan. Yakalandın. Ahtapot filminin son versiyonuyla, hep birlikte milletin karşısına çıkalım bakalım. Buradan Erdoğan’a bir kez daha seslenirim ki; sen geçmişte Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının savcısıydın. Kendin söylüyorsun. Sen o zaman Zekeriya Öz’lere kefil oldun, ben kahraman askerlerimize, ben Mehmet Haberal’a, Mustafa Balbay’a, İlker Başbuğ’a kefil oldum. Senin kefil olduğun Zekeriya Öz, 15 Temmuz sürecinde bu ülkeden fare gibi, sıçan gibi kaçtı gitti. Benim kefil olduklarım alınları açık, başı dik aramızda dolaşıyorlar. Benim kefil olduklarım aramızda dolaşıyor. Hatta bir tanesi Mustafa Balbay, ilk 100 günü anlattığı ‘Asla Vazgeçme’ diye bir kitap yazdı. Üç kez Ekrem Başkan’la Silivri’de görüşerek, benimle görüşerek, ailelerle, arkadaşlarla görüşerek içinde ‘Asla Vazgeçme’ yazan bir not, arkasında Ekrem Başkan ve arkadaşlara mektup yazılabilecek bir zarfın içinde bir kitap yazdı. Bu kitabın gelirini de; bu süreçte gözaltına alınan, tutuklanan, bursu kesilen, yurttan atılan öğrencilere burs olarak vermeyi taahhüt etti. Benim kefil olduklarım şimdi insanlığın gereğini yapıyor. Benim kefil olduklarım alnı açık, başı dik geziyor. Ama Erdoğan çıkmış o gün ne söylüyorsa bugün yine aynı kefaleti, aynı cesaretle ve aynı çıkarcılıkla, siyaseten birilerini karalamak için, bir savcıya verdiği görevi sanki hukuka dair bir şeymiş gibi yaparak kullanmaya çalışıyor. Dönüp dolaşıp bazen de bana şöyle sesleniyor: ‘Özgür Özel, gel etkin pişmanlıktan faydalan. Ekrem'e sırtını dön, arkadaşlarına sırtını dön, ailelerine sırtını dön. Gel burada partinin başında otur’ diyor. Beni, partime yapılan yargı kumpasıyla, Cumhuriyet Halk Partisi’ni yargı eliyle dizayn etmek istediğini itiraf ederek, partinin başında kalmayı bana rüşvet teklif edip, partiye çökmeyi, partide butlan yapmayı, partiye kayyım koymayı tehdit unsuru yaparak arkadaşlarımı terk etmeye zorluyor. Kendisine cevabım şudur: Öyle Cumhuriyet Halk Partisi'nde gerçek Cumhuriyetçilerde, menfaat için, makam için arkadaş satacak, etkin pişmanlık yapacak kimse yok. Ama senin son pişmanlığın fayda etmeyecek Erdoğan. Son pişmanlığın fayda etmeyecek. Makam mevki gözetmeden, ‘Başıma ne gelir’ demeden ya da buradan ‘Bu fırsat nerelere giderim, ne imkanlar bulurum?’ demeden davasına sahip çıkanlara, arkadaşlarına sahip çıkanlara, namuslu insanlara sahip çıkanlara selam olsun, gerçek Cumhuriyet Halk Partililer onlardır, hepsinin alnından öpüyorum.”

“ONUN PEŞİNİ ÖZGÜR ÖZEL BIRAKMAZ”

“Bozuk düzende sağlam çark olmaz. 19 Mart darbesiyle zaten krizdeki ekonomiyi hepten dibe batırdılar. Bu darbe, bölgemizdeki gerilimler yoğunlaşırken yapıldı. Darbenin mali ayağı olup finansmanı sağlayan kişi ise rasyonel politikalara dönüş sözüyle gelen ama Türkiye’yi Avrupa’nın en fakiri haline getiren Mehmet Şimşek oldu. Dünyaya demokrat, ortalama AKP’nin, AKP’linin üzerinde demokrat, daha yetkin biriymiş gibi servis edilen Mehmet Şimşek ‘Biz bu rezervleri bugünler için biriktirdik’ dedi, darbeye hazırlandıklarını itiraf etti, darbenin mali ayağı olduğunu itiraf etti. Bundan sonra Mehmet Şimşek’in ne Türkiye’de ne dünyada itibarı yoktur, onun peşini bu leke bırakmaz. Onun peşini Özgür Özel bırakmaz. MASAK’a hazırlattıkları raporlar çarpıtma ve hatalarla dolu. Birinci MASAK Raporunu darbeden aylar önce konuşmaya başladılar. MASAK Raporu, MASAK Raporu. Soruşturma açılınca anladık ki 3 Mart’ta istemişler, 10 Mart’ta görevlendirme olmuş, yedi gün içinde hızla 17 Mart’a kadar raporu tamamlamışlar. Ve aylarca ‘MASAK Raporu’nda şu var, bu var’ dediklerin hepsi yalan çıktı. 23 sayfalık raporu hazırlayan uzman yardımcısı, rapora ‘Suç gelirini aklama suçu bulamadım, ancak yine de takdir savcılığındır’ dedi. Nerede o belge? İşte size MASAK Raporu. İşte size gizli MASAK Raporu. Diyor ki ‘Suç gelirini aklama suçunu ben bulamadım’ diyor. ‘Ancak yine de takdir Sayın Cumhuriyet Başsavcısı’nındır’ diyor. Hiçbir delil olmayan o MASAK Raporu, birinci MASAK Raporu bir torba peçete kadar değersizdir. Ondan sonra ikinci MASAK Raporu’na bel bağladılar. İkinci MASAK Raporu gelince ‘Tüm deliller burada, ilki aceleye gelmişti’ dediler. 44 gün aradılar, taradılar, 181 sayfa rapor yazdılar. Bu raporun sonunda ortaya çıkan şudur: Raporun MASAK’a ‘Şu kişileri araştır’ deyip, onun bulduğu kusurlar değil; savcının iftiracıya söylettiği, gizli tanığa verdiği, ondan aldığı, itiraf gibi yaptırdığı iftiraları belirleyip, ‘Bunları incele’ dediler. 181 sayfanın sonunda… Örneğin Ekrem Başkan’ın evladına ‘Yurtdışına para kaçırdı’ diye iftira atmışlardı. O raporda, bir hareket dört kez, sekiz kez farklı farklı yazılmış. Avukat Mehmet Pehlivan bunları dakikalar içinde buldu. Koştu, geldi. ‘Genel Başkanım’ dedi, ‘MASAK raporunda olan her şey dört, sekiz kat şişirilmiş.’ Ekrem Başkan’ın oğlu konusu… Şu şekilde bir gerçekliği var: Aylardır yurtdışında bir şirkete ortak olmak için babadan para istiyor. Ekrem Başkan, ‘Benim orada batırılacak param yok. Varsa paran yaparsın, ben sana bu konuda para vermem’ diyor. Annesini ve dedesini ikna ediyor. Annesinin neyi bozdurduğu, dedesinin 17 yıllık mevduat hesabından… Kira geliri koymuş, onu koymuş… Oradan almış. 17 yıllık vadeli mevduat hesabından, vadesi dolduğu gün çekip de torununa verdiği parayı ‘Yurtdışına kaçırılan rüşvet parası’ diye gösterecek bir haysiyetsizliğe giriştiler. Ama şu kadarını söyleyeyim, rapordaki bütün hataları ortaya koyup, MASAK’a itiraz eden Mehmet Pehlivan’a ‘Yapay zeka ile çalışıyoruz, bazen böyle hatalar yapıyor’ dediler. Bu Mehmet Pehlivan televizyon televizyon çıkıp bu raporu anlatmasın, bu iftirayı anlatmasın diye o gün çağırdılar. Ayağı ile giden Mehmetimizi tuttular ve Tekirdağ Çorlu’da cezaevine koydular. Mehmet’in masumiyetine de Ekrem Başkan’ın evladının masumiyetine de Özgür Özel kendi namusu kadar kefildir. Bu kadar söylüyorum.”

“MİLLİ İRADEYİ GASP ETMEK İSTEYENLER HALKIN PARASINI DA GASP ETTİ”

“İşte millete para değil, darbecilere mali cephane bulan Mehmet Şimşek, bu rapora da izin veren Mehmet Şimşek’tir. Kişilerin birikimlerine, malına, mülküne hukuksuzca el konmuştur. Uzun süredir ekonomide hakim olan güven kaybı bu yüzden derinleşmiştir. Milli iradeyi gasp etmek isteyenler, halkın parasını da gasp etmişlerdir. Darbenin ekonomideki hesabının akıl almaz boyutlara ulaştığını maalesef bağımsız ekonomistler teker teker teyit etmektedir. 100 günlük fatura; 150 milyar dolar, 6 trilyon lira olarak hesaplanmıştır. Ekonomiye ilk şok; Türk lirasındaki değer kaybıdır. Merkez Bankası, bugüne kadar 60 milyar dolar rezerv satmıştır. Darbenin ilk faturası; 2,4 trilyon liralık kamu zararıdır. Ekonomide son 34 yılın en büyük yabancı sermaye çıkışı yaşanmıştır. Borsada panikle 1,5 trilyon liralık değer kaybı yaşanmıştır. Türk lirası 19 Mart günü yüzde 4, bugüne kadar yüzde 8 değer kaybı yaşamıştır. Türk lirasına güven erozyona uğramış, paramızdaki değer kaybı iğneden ipliğe her şeyin fiyatına yansımıştır. Darbeden önce asgari ücret 4 çeyrek altın alırken, bugün 3 çeyrek altın alabiliyor. Darbeden önce en düşük emekli maaşı 2,5 çeyrek altın alırken, bugün bu 2 çeyreğe düşmüştür. Darbe asgari ücretliye bir, emekliye yarım çeyrek altına mal olmuştur. Halkımız 19 Mart’la çok daha yoksul hale gelmiştir. İç ve dış borçlar ile yandaşa ödenen KÖİ; kamu-özel işbirliği garantileri yükselmiş, darbe ile kamunun mali yükünde 2,4 trilyon lira artış yaşanmıştır. Henüz kazanılmamış parayı dahi gasp ettiler. Kamu finansmanında vatandaşın vergi yükü daha da ağırlaştı. Türkiye’nin borçlanma faizini bunu belirleyen CDS 100’ün altında olması gerekirken, 250’nin-300’ü, en kötü günde 380’nin üzerine kadar çıkmıştır. Bu yüzden kamunun da özel sektörün de borçlanma maliyetleri artmıştır. 19 Mart öncesi yüzde 40’a inmesi beklenen politika faizi, yüzde 46’ya fırlamıştır. Venezuela’dan sonra, Venezuela'da yüzde 59, en yüksek politika faizi bizdedir. KOBİ’ler, esnaf yüzde 70 ile borçlanmaktadır. Ekonomiyi bu hale getirenler, faizi indiremeyeler, ülkeyi bu durumdan çıkaramazlar. Döviz kredi borcu ve ekonomideki sarsıntının büyümeye etkisiyle özel sektöre doğrudan 1,2 trilyon liralık yeni bir faturanın çıkmasına sebep oldular. Millet yüksek faize mahkum edildi. Ne enflasyon düşüyor, ne faiz düşüyor. Çarklar durdu, iflaslar arttı, istihdam azaldı. İflas ve konkordatolar beş ayda bir yıl önceki rakamlara ulaştı. Yani 2024’te 12 aydaki iflas kadar beş ayda iflas, 12 aydaki konkordato ilanı kadar beş ayda konkordato ilanı yaşandı. 19 Mart’ın ardından işsizlik yüzde 32 ile son 10 yılın en yüksek noktasına ulaştı. 13 milyon işsizimiz, 5 milyon ev gencimiz var. Milletin ürettiğini de işini, gücünü, hayallerini de gasp ettiler.”

“DARBEDE 100 GÜNLÜK FATURA; 6 TRİLYON LİRA”

“100’üncü günde 6 trilyon liralık ekonomik hasar öyle bir paradır ki 100 günlük fatura Avrupa’dan satın almaya çalıştığımız, Avrupa’nın vermekte ayak sürüdüğü, Türkiye’de yaşanan 19 Mart darbesinden sonra askıya aldığı Eurofighter’lara, Türkiye’nin ödeyeceği toplam paranın 15 katıdır. 6 Şubat depremine ‘asrın felaketi’ diyoruz. Depremdeki maliyet 100 milyar, bu darbenin maliyeti 150 milyardır. Deprem maliyetinin 1,5 katıyla muhatabız. 86 milyonun her birinin cebinden 70’şer bin lira para çıkmıştır. 86 milyon her birimiz cebimizden 10’ar çeyrek altın kaybetmiş durumdayız. 100 günlük bu maliyetle neler yapılabilirdi? 13 milyon işsizimize 40’ar bin lira maaş bağlanabilirdi. Kredi alan 1,7 milyon öğrenciye 3 bin lira değil, aylık 73 bin lira kredi bağlanabilirdi. 39 milyon vatandaşın tüm kredi kartı borçları silinebilirdi. 2 milyon esnafın her birisinin borçları silinebilir, her birine 2,5 milyon lira hibe verilebilirdi. Kayıtlı 2,3 milyon çiftçinin tüm borçları kapatılır, borcunun iki katı kadar hibe kredi verilebilirdi. Sosyal yardım alan 6 milyon haneye 83’er bin lira maaş bağlanabilirdi. Harcanan bu para… ‘Asgari ücreti 30 bin lira yapın’ diyoruz, ‘Kaynak yok’ diyorlar. İhtiyaç duyulan kaynağın tam 120 katıdır. Asgari ücrete zam için bulunamayan kaynağın tam 120 katıdır. Hesap ortadadır. Bu darbeyi yapanlar, milletin ekmeğini çalanlardır. Bu darbeyi yapanlar ekonomik krizi dış güçlere, hayali düşmanlara bağlayanlar bilsinler ki bu milletin sofrasının düşmanı 19 Mart darbecileridir.”

“ADALETİ KATLETMEYE DEVAM EDİYORLAR”

“Şimdi 19 Mart darbesinin 100’üncü gününde; 19 Mart’ın 104’üncü, tutuklamaların 100’üncü gününde 100 günlük adaletsizliği konuşmak üzere buradayken, bu sabah aniden İzmir’de ortaya çıkan yeni bir operasyonla uyandık. Artık adaletsizlikler bitsin, demokrasiye dönülsün diye beklerken, birileri adaleti katletmeye devam ediyorlar. İzmir’de il başkanımız, önceki büyükşehir belediye başkanımız dahil, 150’den fazla kişi hakkında gözaltı kararı verildi. Bu milleti 100’üncü kara güne şafak baskınıyla uyandıranların bir amacı, sadece kendi gördükleri o hayali ahtapota milleti inandırmaya çalışırken; diğer taraftan bugünkü 100’üncü gün mücadelemizi, etkinliğimizi, akşamki Saraçhane birlikteliğimizi engellemek, bizi paralize etmek, dikkati İzmir’e çekmek, buradakileri unutulmaya terk etmek hesabı vardır. Ama buradan bütün Türkiye’ye ilan ediyorum ki bugün 100’üncü kara gün. İstanbul mücadelemizin 104’üncü günüdür, İzmir mücadelesinin birinci günüdür. İzmir’de operasyonun İzmir Büyükşehir Beledyiesi’nin ihbarıyla yapıldığı gibi bir dezenformasyon az önce yalanlanmıştır. Elbette büyük büyük yapıların içinde soruşturmalar, varsa suçlular haklarında işlemler olabilir. Ancak bugün İzmir’deki bu boyuttaki bir operasyonun yeni bir yargı kumpası olduğundan, iftira olduğundan ve kimleri kapsadığına bakıldığında, CHP’nin içinde ‘Efendim şimdi son kurultayda Özgür Özel’i destekleyenlere operasyon oldu. Özgür Özel onlara sahip çıktı. Şimdi karşısındakilere operasyon yapalım. Onlara sahip çıkmaz. Partiyi bölelim’ hesabı, ne Özgür Özel’i, ne Kuvayi Milliye’nin partisini tanımamaktır. Biz geride kimseyi bırakmayanların partisiyiz. Biz haklıyla haksızı vicdanımızda tartan, birileri kara çaldı diye onlara siyasi pozisyonlar üzerinden bakan değil, herkesi kendimiz kadar, kardeşimiz kadar, bu partideki herkesi kardeş bilenleriz. Kardeşini satanlara, yola çıktıklarını yolda bırakanlara, kurdukları partiyi 33 kişiyle kurup, iki kişi olanlara duyurulur. Cumhuriyet Halk Partisi birlikteliğin ve kardeşliğin partisidir.”

“GÜNDEMİN DEĞİŞMESİ ÜMİDİYLE YAPILAN BİR İŞLE KARŞI KARŞIYAYIZ”

“100’üncü güne yönelik bir başka operasyon ise gündemin değişmesi ve bir büyük tartışmanın başlaması, bunun üzerinden her şeyin yeniden şekillenmesi ümidiyle yapılan bir işle karşı karşıyayız. Zor bir konu. Dışarıdan ilk duyanı, görmeyeni yanıltan; toplumu hızla kutuplaştıran, tansiyonu artırmak için özellikle üzerinde durulan bir konu. Ancak gün; birilerinin peşinden gitmek, dayatılan ezbere gitmek değil, dönüp bakma günüdür. Dün akşam saatlerinde Türkiye'de yaygınlaşan ve hızla tansiyonu yükselten olayı ilk duyduğumda… Leman dergisi Hz. Peygamber’in karikatürünü çizmiş. İlk tepkim, ‘Yanlış olmuş. Olur mu karikatür, Peygamber’in resmi mi olur?’; ikinci tepkim, ‘Yahu yapmamışlardır. Bu doğru değildir. Leman öyle bir dergi değil’ demek olmuştur. Aldım ve karikatüre baktım. Kolayı şu: Karikatüre bakmadan, buzlanmış yerlere bakarak, ‘Efendim peygamber efendimize bunu diyenleri ben de kınıyorum’ demek işin kolayıdır. Yapabilirim, yapabiliriz. Birilerinin peşine takılabiliriz. Özgür Özel olarak baktığımı ve gördüğümü söylüyorum. Buradan vicdan sahibi muhafazakarlara, muhafazakar cemaatin, muhafazakar camianın kanaat önderlerine, yazarına, çizerine, hatta karikatüristlerine sesleniyorum: Dönün bir bakın. Ben baktığımda Gazze’de bombardıman altında hayatını kaybetmiş kanatlar takılmış bir melek görüyorum. Başında haresiyle, kanadıyla. Bir başka öldürülmüş, bir başka bombanın öldürdüğü bir melekle karşılaşıyor. Gökyüzünde tanışıyorlar. Diyor ki ‘Selamünaleyküm, ben Muhammed.’ Bunu Hazret-i Muhammed’i resmetmişler olarak söylüyorlar. Hazret-i Muhammed peygamber katındadır, melek falan değildir. Orada Muhammed Gazze’de öldürülmüş, ismini sallallâhu aleyhi vesellem Hazret-i Muhammed’den alan bir çocuktur. Gökyüzünde karşılaştığı bir başka peygamberden adını alan bir başka çocuk, bir başka Gazzeli’dir. Doğduğunda bebek, öldüğünde kaç yaşında olursa olsun peygamberlerin adını alanlar burada ölüyor diye resmedilmiş ve bu şekilde açıklanmış bir karikatürdür. Ama Leman hepiniz susarken, hepiniz susarken Mavi Marmara’ya destek karikatürü çizen Leman’dır. O Leman hepiniz susarken, İsrail’e ticarete karşı cephe alan Leman’dır. O Leman motokurye Samet’i kapak yapmış ve Samet’in kardeşine destek olmuş Leman’dır. Motokurye Samet, Ankara’da ölünce hikayesine hepimizin hüngür hüngür ağladığı Samet’tir. Çok bilinmez, biz o Samet’in kardeşini, motokuryelerin davasını sürdüren, bütün motokuryeler için mücadele eden Berna Özgül’ü genç yaşında Parti Meclisi Üyesi yaptık. Berna, Leman’cıların abisini kapak yaptıkları gün, burada söylememe gerek yok, Leman’ın maddi manevi destekleriyle okuyan Berna, mezun olduğu gün cübbesini aldı, geldi cübbesini giydi, bana abisinin motokurye Samet’in kapak olduğu Leman’ı getirip teşekkür etti ve paylaştı. Dün akşam, bilmezler Berna’nın rahmetli Samet’in kardeşi olduğunu, ‘Leman gazetesi geçen hafta Özgür Özel‘i ziyaret etmişti, ardından da bu paylaşımı yaptı.’ Ben rahmetli Samet’e, kız kardeşine, Leman gazetesinin bugüne kadar Filistin davasına sahip çıkışına doğrudan şahit olmuş bir okurlarıyım. Leman gazetesinin üstünde tepinerek hakikati ezemezsiniz. Eğer ki Hazret-i Muhammed’e bir saygısızlık varsa ona kim karşı çıkar? Geçmişteki Meclis tutanaklarına bakın, Manisa’dakilere, Manisa’da her siyasi partiden iyi gününde kötü gününde birlikte olduğumuz, yasamızı birlikte tuttuğumuz, orucumuzu birlikte açtığımız, bayram namazını birlikte kıldığımız Manisalı muhafazakarlar şahidimdir ki; Hazret-i Muhammed’e saygısızlığa da izin vermem, ama yapılmamış bir saygısızlık üzerinden o toplumsal linçe de sessiz kalmam. Herkes doğru yerde durmayı bilecek. Özgür Özel, Cumhuriyet Halk Partisi bugün sizinle birlikte ‘Bu saygısızlıktır, lanetliyorum…’ Oradan çıkacak her olay, yarın 2 Temmuz, Madımak’ın yıldönümü. Öyle Madımak’taki canların üzerine hunharca yürüyenlerin, hedef gösterenlerin, ‘Allahsızlar, dinsizler’ diye saldıranların Türkiye’ye neyi yaşattığı ortadadır. Herkesi metanete, aklı selime, doğru yerde durmaya davet ediyorum.”

“SAVCISINA GÜVENEN KARŞIMA ÇIKSIN, BEN ARKADAŞLARIMA GÜVENİYORUM”

“Bu yüz karası tablonun ortadan kalkması için yapılacaklar bellidir. Hukuksuzluklar bitmeden düze çıkamayız. Demokrasiye ve adalete dönülmesi zorunluluktur. Tutuklular ve ailelerine yönelik tehdit ve kötü muameleye, baskıya, avukatsız ifade uygulamasına derhal son verilmelidir. Bir an evvel tutuksuz yargılamaya geçmelidir. Bu süreçte açıkça suç işleyen yargı mensuplarına, bu davalardan el çektirilmeli, mesleki soruşturmalar derhal başlatılmalıdır. Spekülasyonlara son verilmeli, iddianame bir an önce yazılmalıdır. Bir yandan ‘Terörsüz Türkiye’ deyip bir yandan Kürtlerin belediye meclislerine girmesini suç sayan saçmalık derhal sona ermeli. Kayyım atanan belediyeler sahiplerine iade edilmeli. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Türkiye İttifakı, İstanbul İttifakı, Şişli İttifakı, Esenyurt İttifakı bir suç değil, Kürtlerin demokratik zemine daveti ve kardeşçe siyasi mücadelenin en önemli göstergesidir. Arkalarındayız, yanlarındayız. Bir sorumlusu varsa, buradadır. Başka kimseye saldırmayın. Biz sadece tarafsız mahkemelerde adil yargılama istiyoruz. Yargılamaların da TRT’den canlı yayınlanmasını istiyoruz. Tüm milletimizin suçlamaları da cevaplarını da görmesini istiyoruz. Türkiye bu kabustan ancak böyle uyanacaktır. Ve ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: İki Grup Başkanvekilim burada. Bir diğeri şu anda Meclis’te, Ankara’da. İki maddelik kanunla, yargılananların talep etmesi halinde, ‘Yargılama, televizyonlardan canlı yayınlanabilir’ diye yazdığınız durumda, millet iftirayı da cevabı da görecektir. Savcısına güvenen karşıma çıksın. Ben arkadaşlarıma güveniyorum.”

“TERTEMİZ BİR MÜCADELE YÜRÜTÜLÜYOR”

“100 gündür yürütülen bu mücadele, bu millet tertemiz bir mücadele yürütmektedir. Dünya tarihinin en güçlü, en barışçıl direnişini hep birlikte gerçekleştiriyoruz. 100 günlük bu direniş mücadelenin yüz akıdır. Bu 100 gün adaletin, demokrasinin yüz karası ama birlikte mücadelenin, toplumsal muhalefeti kenetlemenin yüz akıdır. Bu durumda, bu şartlar altında bu 100 gün boyunca her birinden dayanışma gördüğümüz, gerek koşup Saraçhane’ye gelen, orada konuşan, dayanışma gösteren ve tüm partilileriyle birlikte bizimle birlikte olan, eksiksiz tüm muhalefet partilerine, Genel Başkanlarına ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Elbette ki şunu biliyoruz: Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz. Biraz önce de söyledim bugün 100’üncü gün. Ama biz yeni başlıyoruz. Umudumuzu kıramayacaksınız, enerjimizi bitiremeyeceksiniz. Gerekirse dünyanın en uzun kampanyasını yürütmeye hazırız. Son nefesimize kadar bir büyük mücadeleyi hep birlikte vereceğiz. Bir yandan ‘İç cephe’ diyerek, bir yandan bu milleti bölenlere sesleniyorum: İç cephe zayıfladıysa siz zayıflattınız, biz tahkim etmeye uğraşıyoruz. Birliğimizi bozdunuz, yeniden kurmaya uğraşıyoruz. Ekmeği küçülttünüz, yeniden büyüteceğiz. Geleceğimize el uzattınız, o geleceği milletimizle birlikte yeniden inşa edeceğiz. Siz güçlü falan değilsiniz. Milletten korkan, sandıktan korkan acizlersiniz. Haklı değilsiniz, aksine iftiracısınız. Meşru değilsiniz, arkanızda milleti artık bulamıyorsunuz. Ve buradan hep birlikte Cumhuriyet Halk Partisi olarak size sesleniyoruz: Biz adayımızı yanımızda, sandığı önümüzde istiyoruz. Cesaretiniz varsa, anayasaya göre yapılacak erken seçimde Recep Tayyip Erdoğan aday olabileceğine göre, 2 Kasım 2025 Pazar günü, bizim adayımız Ekrem İmamoğlu’dur, karşımıza ister Erdoğan, kim çıkarsa çıksın. Sandık istiyoruz, seçim istiyoruz, kararı millet versin istiyoruz. Milletten kaçmayın. Biz adayımızla, örgütümüzle, enerjimizle buradayız. Hakem millettir. Gelin, milletin karşısına çıkalım. Biz milletle yürümeye devam ediyoruz. Bütün İstanbul’u, iradesine sahip çıkan, tüm İstanbulluları bu akşam 20.30’da Saraçhane’ye, eyleme bekliyorum, eyleme. Milletimizi 2 Kasım Pazar sandığa bekliyorum. Gazi’nin partisini iktidar yapmaya, Ekrem Başkan’ı Cumhurbaşkanı yapmaya, hep beraber önce Saraçhane’ye sonra geleceğe yürüyoruz arkadaşlar. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. İyi ki varsınız, iyi ki buradasınız, iyi ki birlikteyiz.”


CHP GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL İSTANBUL’DA

Benzer Haberler